"Evrende hepimiz birer zerrecikleriz..."/"We're all the particles around the universe..."

Erdem Tepegöz ile Zerre filmi üzerine.../About the film "Particle" with Erdem Tepegoz...

Argo Film

Argo, Oscar yarışında!/Argo competes at the Oscar race!

Berlinale'de kazananlar belli oldu!/The winners of Berlinale are announced on February 16th!

Gecede Child's Pose, Altın Ayı ödülünü kazandı./The Golden Bear goes to "Child's Pose".

This is default featured slide 4 title

Go to Blogger edit html and find these sentences.Now replace these sentences with your own descriptions.This theme is Bloggerized by Lasantha Bandara - Premiumbloggertemplates.com.

This is default featured slide 5 title

Go to Blogger edit html and find these sentences.Now replace these sentences with your own descriptions.This theme is Bloggerized by Lasantha Bandara - Premiumbloggertemplates.com.

Thursday, 28 February 2013

OSCARS '13

OSCARS ‘13
Oscars!


      





  Heyecanla, gecenin 3’ünden sabahın 7’sine kadar bekleyip, takip ettiğim Oscar töreninden detayları vermek istiyorum. Öncelikle bu sene 24 adaylık arasından 18’ini doğru tahmin ettim, geçen senekiyle aynı skorumu elde etmiş oldum böylelikle.
        I’d like to write about the ceremony, which I had been awake impatiently for it from 3 am to 7 am, Oscars! First of all, I’ve guessed 18 from 24, so I had the same result as I did last year.
Joseph Gordon-Levitt & Daniel Radcliffe at Oscars

         Kırmızı halıdan başlarsak… Benim en şık bulduklarımdan biri de Amanda Seyfried idi. (Alexander McQueen) Aynı zamanda Charlize Theron da göz kamaştırıyordu. (Christian Dior)  Jennifer Lawrence da gecenin yıldızı olduğunu kanıtlayan, iddialı bir elbise giymişti; fakat onu en şık olarak bulmadım maalesef. (Christian Dior)
Amanda Seyfried -Alexander McQueen-

        To start with the red carpet… Well, I think one of the well-dressed women was Amanda Seyfried. (Alexander McQueen) Charlize Theron was also glamourous in her. Jennifer Lawrence wore a dress which proved that she was the star of the night but unfortunately, it wasn’t “chic” enough for me. (Christian Dior)
Gelelim ödüllere/Here are the winners:
*En İyi Film/Best Motion Picture: Argo
Argo’yu aslında sevmeme rağmen, En İyi Film ödülünü alması gerektiğini düşünmüyordum. Çok etkileyici bir senaryoya sahip değildi ve adaylar arasında ondan daha güçlü adaylar vardı. Yine de Ben Affleck'in heyecanı görülmeye değerdi. Ne diyelim... Tebrikler!/Although I liked Argo, I don't think it was the absolute winner of this award. The script wasn't fascinating enough and there were better nominees at this section. But, Ben Affleck's excitement was worth-seeing. Congrats, anyway!

Argo!


*En İyi Yönetmen/Best Director: Ang Lee (Life of Pi/Pi’nin Yaşamı)
Steven Spielberg’ün Lincoln ile bu ödülü alacağını tahmin ederken Ang Lee’nin alması büyük bir sürpriz oldu. Ne var ki, Life of Pi hayranı olarak Lee’nin aldığına sevindim diyebilirim./While making guesses of Spielberg to win the “Best Director” award, Ang Lee surprised us by getting this award. But as a Pi fan, the result made me glad.
*En İyi Erkek Oyuncu/Best Actor: Daniel Day-Lewis (Lincoln)
Hollywood’un saygı duyulan aktörlerinden biri olan Day-Lewis, 3. Oscar’ına Abraham Lincoln rolü ile kavuştu. Filmde gerçekten yaşadı ve hissettirdi…/One of the most praised actors of Hollywood, Day-Lewis has taken his 3rd Oscar by acting as Abraham Lincoln. He really had lived and made us feel him…
(from left to right/soldan sağa) Daniel Day-Lewis, Jennifer Lawrence, Anne Hathaway, Christoph Waltz

*En İyi Kadın Oyuncu/Best Actress: Jennifer Lawrence (Silver Linings Playbook/Umut Işığım)
Winter’s Bone ile ilk Oscar adaylığını alan Lawrence daha sonra karşımıza X-Men: First Class ve Hunger Games gibi filmlerle çıktı. Ardından, Silver Linings Playbook ile kariyerinde önemli bir role sahip oldu. Tiffany karakteriyle parladı ve Oscar’ı kazandı. Ne var ki, başından beri benim favorim Amour filmindeki performansıyla Emmanuelle Riva’ydı. 86 yaşındaki aktris bu rolüyle beni en derinden etkilemeyi başarmıştı./Lawrence, who had her first Oscar nomination for her performance in Winter’s Bone, came out with films as X-Men:First Class and Hunger Games. Later on, she had a significant role in Silver Linings Playbook and shined with it. Then, the Oscar’s gone to her! But, from the beginning of the festival season, my favorite performance was 86-year old Emmanuelle Riva’s in Amour. She fascinated me so deeply…
*En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu/Best Supporting Actor: Christoph Waltz (Django Unchained/Zincirsiz)
    Ödülü aldığında sevinçten havalara uçtuğum isimlerden biri de Christoph Waltz oldu. Django Unchained’de “King Schultz” rolüyle izlediğimiz Waltz, filmin kilit rollerinden birini başarıyla canlandırmıştı./I’ve got extremely happy when Christoph Waltz got this award for his outstanding performance in Django Unchained as “King Schultz.” He had acted as a key role and done it well.
*En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu/Best Supporting Actress: Anne Hathaway (Les Misérables/Sefiller)
        Les Mis’de Fantine rolüyle bu ödülü sonuna kadar hak ediyordu… ve aldı! Ben de onu Berlinale’de görme fırsatı yakaladığım için kendimi çok şanslı hissediyorum. :)/She really deserved that award with her performance in Les Mis as Fantine and she’s got it! I feel really lucky to see her at Berlinale. :)
Anne Hathaway in Berlinale -Captured by Cinecat!

*En İyi Özgün Senaryo/Best Original Screenplay: Django Unchained
*En İyi Uyarlama Senaryo/Best Adapted Screenplay: Argo
*En İyi Yabancı Film/Best Foreign Language Film: Amour/Love
Oscar’ın garanti ödüllerinden biriydi “Yabancı Film” ödülü. En İyi Film ödülü dahil 5 dalda adaylık alan bir filmin bu ödülü kazanması düşünülebilir miydi?/This category was reserved by “Amour” before, it was guaranteed I mean. Would a film which has nominated to 5 awards, including Best Film, lose the “Best Foreign Language Film”?
*En İyi Kurgu/Best Editing: Argo
Argo’nun “iyi” olmasını sağlayan kolaylıkla yazılabilecek bir senaryoyu, başarılı bir filme dönüştürebilen kurgusuydu./The fact that made Argo a “good” film was its editing that turns a script which could be written easily into a successfull movie.
*En İyi Görsel Efekt/Best Visual Effects: Life of Pi
*En İyi Görüntü Yönetimi/Best Cinematography: Life of Pi
Life of Pi ve eşsiz görselleri… Daha fazla söze gerek yok galiba!/Life of Pi and its wonderful visual effects… No need to say more!
Life of Pi/Pi'nin Yaşamı

*En İyi Orijinal Müzik/Best Original Score: Life of Pi
        En İyi Orijinal Şarkı/Best Original Song: “Skyfall” (Skyfall)/Adele, Paul Epworth
Pi’s Lullaby, Adele’in neşesi ve Skyfall… Hiç kuşkusuz, müzik kategorisinde en güçlü iki aday Life of Pi ile Skyfall idi ve bu kategoride ödüllerini aldılar./Pi’s Lullaby, the joy of Adele and Skyfall… With no doubt, the two best nominees in the music category were Life of Pi and Skyfall and they’ve got awarded at this category.

Adele performs at Oscars/Adele ödül töreninde Skyfall'u seslendirdi.


*En İyi Ses/Best Sound Mixing: Les Misérables
*En İyi Ses Kurgusu/Best Sound Editing: Skyfall & Zero Dark Thirty
*En İyi Belgesel/Best Documentary: Searching for Sugar Man
        En İyi Kısa Belgesel/Best Short Documentary: Inocente
*En İyi Animasyon/Best Animated Feature: Brave/Cesur
        Çok klasik bir senaryoydu ve Pixar’ın ilk kadın başrolüne sahip olan animasyon fikriyle ön plana çıktı. Akademi beğendi; ama bana göre bu kategorinin kazananı Wreck-it Ralph (Oyunbozan Ralph) idi./The plot was so classic and takes over with Pixar’s first woman to be the leading role. Academy likes it; but for me, the total winner of this category was “Wreck-it Ralph”.
        En İyi Kısa Animasyon/Best Short Animation: Paperman
*En İyi Sanat Yönetimi/Best Production Design: Lincoln
*En İyi Kostüm Tasarımı/Best Costume Design: Anna Karenina
Kostümler Anna Karenina’yı çok iyi yansıtıyordu, bu yüzden alacağını tahmin ediyordum./Costumes were reflecting Anna Karenina well, so I had guessed this award for it.
*En İyi Makyaj/Best Make-up and Hairstyling: Les Misérables
*En İyi Kısa Film/Best Short Film: Curfew


Sunday, 24 February 2013

HAPPY BIRTHDAY!

-

-Özel Yazı/Special Article-
HAPPY BIRTHDAY!
Bildiğiniz gibi bugün, 24 Şubat 2013, 85. Oscar Akademi Ödülleri’nin sahiplerini bulacağı gün. Nefesler tutulmuş, kazananlar heyecanla beklenirken, bugün doğum günü olan iki kişi hakkında yazmayı uygun gördüm.

with Mehmet Binay and Caner Alper!


As you know, today –February 24th 2013, is the day of the winners of 85th Oscar Academy Awards will be announced. Everyone’s breathless, waiting for the winners… But on the other hand, I want to write about the two people who had born today.
Bu kişilerden ilki, hayatımda unutamayacağım filmlerden biri olan Zenne’nin yönetmenlerinden Caner Alper (Mehmet Binay ile). Zenne aracılığı ile tanışıp, kendisine hayran olan biriyim. Filmi gibi etkiledi beni.
Emmanuelle Riva & Caner Alper

…ve bu iki yıl içerisinde samimiyetini hissetmeme izin verdiği için, farkındalık yarattığı için ve önemlisi bana gerçek bir dost olduğu için çok teşekkür ederim.
Mutlu yıllar! Nice bol filmli ve bol ödüllü (artık sıra Oscar’da! ;)) yıllar diliyorum. *party time!*
The first person is one of the directors of Zenne (with Mehmet Binay) –the film that I’ll not forget-, Caner Alper. I’ve met him by Zenne Dancer and then, became a huge fan. He impressed me just like his film.
…and I’d like to thank to him for letting me feel his sympathy, for raising awareness and the most important of all, for being a real friend. Thank you so much!
Best wishes and happy birthday! I wish you years of films and awards (now it’s time for Oscars ;)) *party time!*
***
Bugün bir diğer doğum günü olan kişi ise Oscar’da “En İyi Kadın Oyuncu” dalında aday olan Emmanuelle Riva. Amour filmiyle harikalar yaratan Riva’nın ödülü almasını çok istiyorum diyebilirim.
Emmanuelle Riva (Amour)

Emmanuelle Riva, bugün 86 yaşına girdi. Oscar’da bol şans diliyoruz.
The other person is the Oscar-nominee for “Best Actress”: Emmanuelle Riva. I can say that I really want her to get Oscar with her amazing performance in “Amour”.
She turns 86 today. Good luck at the Oscars!

Tuesday, 19 February 2013

NASHORN IM GALOPP/RHINO FULL THROTTLE

-Interview-
       Nashorn im Galopp/Rhino Full Throttle      
         When I was at Berlinale, I had the chance to see the short films from the Generation section. In these selections of 16 films, there was this film, which impressed me with its creativity. …and that was the film which directed by Erik Schmitt, called “Nashorn im Galopp”, means “Rhino Full Throttle” in English.
         We see Berlin in Bruno’s (Tino Mewes) perspective in the film and he leads us through our journey at the streets of this city. Then, Vicky (Marleen Lohse) comes out to the screen. Vicky, who fills his life with joy and makes this city look significant for him. But, is this really the happily-ever-after for them?
         I just don’t want to spoil the whole film by giving “spoilers” (hmm, spoil it with spoilers would be really bad just like spoiling my entire line with these words… you’re lucky!) But, anyway, it’s one of the short films that I can freely recommend to people. I also liked the time concept in it.

-Short is good!
         …and we’ve made a fantastic interview with the awesome guy behind the camera, Erik Schmitt!
Here it is:


Me with Erik Schmitt! :-) -this one was really ordinary...


1) First of all, I’m really glad that I had the opportunity to attend your film’s, Nashorn im Galopp, worldwide premiere at the section “Generation K14 Plus-Kurzfilme 2”. To know better, I’d like to ask: Who’s Erik Schmitt?

I‘ll let you know once i found out.

2) How did you come up with the idea of starting a film production “Kamerapferd” and collaborate with Stephan Müller?
We share a special passion for visual and playful ideas. When we started to work together, it felt quite symbiotic, so we just kept on filming... It‘s good to have a ping pong partner who makes sure you re not just copying yourself.
Erik Schmitt & Stephan Müller -as Kamerapferd!


3) As looking back to your another projects, we get to know your style. –I pretty much liked “Nun Sehen Sie Folgendes”- Is it your purpose to make films that reflect the idea of creating another world? Just like mixing surrealism with the reality.
I find a lot of inspiration in the world o surrealism. There is something deep, unconscious but still life determinating in all of us. I like it, when this part is triggered, by an image, by a secret, or anything else that can not be explained with words. But i also like to laugh. I think humour is an essential theme in this world.
...now that's better! *slam*


4) “Nashorn im Galopp” reminded me of REM’s song, “Überlin”. So, what exactly is it to get lost in Berlin? Or is it a conflict inside the one who’s lost?

Everyone feels lost somehow, sometimes, and we all try to find a way out of this feeling. The story of the Nashorn shows two different kinds of feeling lost.By accepting the fact that they are not only victims they realise they can actually change something.
I am here!


5) How was your reactions when you first heard that you were on the road to Berlinale?
Like this:


6) How’s “Erik Schmitt” while shooting the film? At the set? It’s quite obvious that “he’s” not the serious guy there. J
You should ask the others of the team... I really don t know. I think i can get serious, when under pressure. This shoot however, i enjoyed it so much, everyone involved was such a great person, so automatically i was quite relaxed... Having fun while shooting is important, because it keeps your work playful and creative.

Erik Schmitt at the set! (Nashy!)


7) Bruno’s the guy who searches for his lost “soul” in the spirit of Berlin. Then, his missing part is combined with the beauty of the film, Vicky who turns out to his soulmate. We also had seen a “searching for soulmate” stuff in “Café de Flore” but the consequences were different there. Is she really his soulmate or the conscience of him?
I think the story of finding a soulmate is as old as any story... The fun of the nashorn was find new images to this feeling. Whether she is soulmate or conscience is up to you, it depends if you feel that it is his story, or theirs...
(from left to right) Erik Schmitt (director), Marleen Lohse (Vicky) and Tino Mewes (Bruno)


8) Are you planning to make a long-feature film? If so, will you make it with this style?
Yes, and yes. But for 90 minutes, i guess that you need more information, more structure... So its a new challange.

9) As a real movie and book nerd, want to ask about your favorite film and book. Also, which songs make you feel “cool” and inspire?
I love the „Back to the Future“ trilogy, the films by Jean Pierre Jeunet and Michel Gondry, all books by Matt Ruff. Music: Lately i ve been listening a lot to Album Leaf, Nils Frahm and Ólafur Arnalds for inspiration.
with Tino Mewes and Marleen Lohse


Thanks for the interview! All the best to you, Miss Cat!
                                   ***

-Röportaj-

     Nashorn im Galopp/Rhino Full Throttle
         Berlinale’de bulunduğum sırada Generation bölümünde bulunan kısa filmleri izleme fırsatı buldum. Bu 16 filmlik seçkide bir tanesi vardı ki, beni yaratıcılığıyla çok etkiledi. O film, Erik Schmitt’in yönetmiş olduğu “Nashorn im Galopp” idi. –Türkçeye “dörtnala” giden gergedan gibi çevrilebilir.
         Filmde, Berlin’i Bruno’nun (Tino Mewes) perspektifinden görüyoruz ve o, bizim bu sokaklardaki yolculuğumuza öncülük ediyor. Ardından, karşımıza Vicky (Marleen Lohse) çıkıyor, Bruno’nun bu şehrin anlamını bulmasını sağlayan –bir bakıma- Vicky… Peki bu gerçekten onlar için mutlu bir son mudur?
         Çok fazla “spoiler” verip, etkiyi bozmak istemiyorum; fakat tavsiye edebileceğim kısa filmlerden biri. (Gerçekten bu şahane filmin etkisini bozmadığım için şanslısınız!) Zaman kavramının işlenişini de çok beğendim.

-Kısa iyidir!
         …ve bu yüzden kamera arkasındaki muhteşem yönetmenle bir röportaj gerçekleştirdik!
İşte o röportaj:
Erik Schmitt ile birlikte!
        

1) Öncelikle şunu söylemek isterim ki, Generation K14Plus kategorisinde yarışmış olan kısa filminiz “Nashorn im Galopp”un dünya prömiyerine katılma şansı bulduğuma çok sevindim. Daha iyi tanımak için şunu soracağım: Erik Schmitt kimdir?
Cevabı bulduğumda sana haber vereceğim. J
2) Bir yapım şirketi kurup, Stephan Müller ile ortaklaşma fikri aklınıza nereden geldi?
     Görsel ve eğlenceli fikirlere karşı ikimiz de tutkuyla bağlıyız. Birlikte çalışmaya başladığımızda, bu ortaklığımız sembiyotik hale gelmişti gibi hissettik. Bu yüzden de film çekmeye devam ettik… Kendinizi kopyalamadığını hissettiren bir ping pong arkadaşınızın olması güzel bir şey.

3) Daha önceki projelerinize baktığımızda, stilinizi biraz anlayabiliyoruz. –“Nun Sehen Die Folgendes” filminizi beğenmiştim doğrusu- Amacınız başka bir dünya yaratma fikrini filmlerinize yansıtmak mı? Sürrealizmi gerçekle karıştırmak gibi…
     Sürrealizmin dünyasından çok ilham alıyorum. Derinliği ve bilinmezliği var; ama yine de içimizdeki belirleyici, hayat oluyor.
     Bu parçayı, bir görsel, bir sır veya sözcüklerle açıklanamayacak herhangi bir şey tarafından tetiğe geçirmeyi seviyorum. Ama aynı zamanda gülmekten de hoşlanıyorum. Çünkü bana göre mizah, bu dünyadaki gerekli temalardan biri.
Nashorn im Galopp ekibi Berlinale'de!

4)  “Nashorn im Galopp” bana REM’in bir şarkısını, Überlin, hatırlattı. “Berlin’de kaybolmak” gerçekten nasıl bir duygudur? Yoksa bu “kaybolanın” kendi içindeki çatışma mıdır aslında?
Hepimiz bazen, bir şekilde, kendini yalnız hissediyoruz ve bu durumdan kurtulmaya çalışıyoruz. Nashorn’un hikayesi iki değişik türde “kaybolmuşluk hissi”ni işliyor. Kendilerinin tek kurban olmadıklarını kabul edip, bir şeyleri değiştirebilecekleri farkındalığına varanların hikayesi…  

5) Berlinale’ye gidecek olduğunuzu öğrendiğinizde ilk
tepkileriniz ne oldu?
Şunun gibiydi:
 
6) “Erik Schmitt” sette, çekimler sırasında nasıldır? “Ciddi bir adam” olmadığı kesin de… J
Aslında settekilere sorman lazım… Gerçekten bilmiyorum. Baskı altındayken ciddileşebiliyorum sanırım. Bu filmin çekimlerinde ise çok eğlendim, ekipteki herkes harikaydı, bu yüzden otomatik olarak bayağı rahatlamıştım. Çekim yaparken eğlenmek önemli, çünkü yaratıcılığınızın ve enerjinizin artmasını sağlıyor.


Erik Schmitt ve Marleen Lohse


7) Bruno, “Berlin’in ruhunda” kendi ruhunu bulmak için keşfe çıkar. Derken, bu eksik parçası filmin “güzeli” ve onun ruh eşi konumundaki Vicky ile tamamlanır. “Café de Flore” filminde de “ruh eşi” temasının ele alındığını görmüştük; fakat şartlar orada daha farklıydı. Buna dayanarak soracağım. Vicky, gerçekten onun ruh eşi mi, yoksa vicdanı mı?
Ruh eşini bulma hikayesinin herhangi bir hikaye gibi eski olduğunu düşünüyorum… Nashorn’un keyifli kısmı ise bu hisse yeni görüntüler ve fikirler bulmasıydı. Vicdanı olup olmaması ise size kalmış. Bu da bu öykünün onun veya onların olup olmamasını hissetmenize bağlı.

8) Uzun metrajlı bir film yapmayı planlıyor musunuz? Eğer öyleyse, aynı tarzda mı olacak?
     Evet, evet! Ne var ki, 90 dakikalık bir film için daha çok bilgiye ve daha sağlam bir yapıya ihtiyacınız var… O yüzden bu yeni bir uğraş olacak.
Nashorn im Galopp!


9) Gerçek bir kitap ve film delisi, sizin en sevdiğiniz kitap ve filmi öğrenmek istiyorum. Ayrıca, hangi şarkılar size ilham verir ve “cool” hissettirir?
     “Back to the Future/Geleceğe Dönüş” serisini, Jean-Pierre Jeunet ve Michel Gondry filmlerini ve bütün Matt Ruff kitaplarını seviyorum. Müziğe gelince… En son ilham almak için Album Leaf, Nils Frahm ve Ólafur Arnalds’ı dinledim.
                   ***
Röportaj için teşekkürler! En iyi dileklerimle, Miss Cat!